Genel

Bizans Surlarını Sallayan Anne Duası

Muradiye Külliyesi… Bursa… Gece kadife örtüsüne bürünmüş sabaha uzanırken, etraftan ateş böceklerinin sesleri geliyordu.

Hümâ, bu lâhûtiliğe dalmışken, yüzüne bir anda, ılıman gecenin içini âdeta yırtarak geçen, soğuk bir esinti çarpıverdi. Tam da hayallerini süsleyen bir yıldız görmüşken…

“-Bu güzel havada, bu soğuk rüzgâr, olsa olsa, Bizans surlarından geliyordur.” dedi.

Konstantiniyye, dünyanın göğsünde parıldayan bir elmas gibi, hayallerini süslüyordu Hümâ Hatun’un… Elini, karnındaki yavrusuna doğru, ümitle uzattı. Yalnızca o değil, Osmanlı Devleti’nin tüm hanım sultanları, o surları aşacak bir evlat doğurmayı ümit ederlerdi.

Başını, göğe doğru çevirdi. Eliyle uzanmak istercesine:

“-En çok parıldayan şu yıldız, fethin yıldızı olsun. Bu yıldız hiç batmayacak, bu ümit hiç bitmeyecek!..” dedi.

Hümâ, şalını üzerine alarak bahçedeki gülleri suladı. Kâinatın Fahr-i Ebedîsi’yle müjdelenen bu fetih düşüncesinin heyecanıyla gül kokularını içine çekiyor, bir taraftan da o kutlu hadîs-i şerîfi tekrarlıyordu:

“Konstantiniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, fetheden asker ne güzel askerdir.”

* * *

Hümâ Hatun, tekrar tekrar gül kokularını içine çekti, ezân seslerinin Konstantiniyye semalarında yükseldiğini hayal etti. Bizans surlarını sarsacak bir ulu sultanın doğmasını, yalnızca ümmet-i Muhammed değil, kardinal şapkasından sıkılan halk ve onların başındaki rûhânî zümre de bekliyordu.

Bu düşüncelerle gözüne uyku girmedi. İçeri girdi, seccâdesini serip, hâcetini Rabbi’ne arz etti. Küllî irâde, Hümâ hatunun kalbine “istemek” arzusunu koymuştu. Hiç gönlünden uzak tutmadığı bu hâcetini, her niyazına katıyordu. Evlatçığının kıpırtısını hissetti. Elini, onun üzerine koyup buğulanmış gözleriyle ötelere baktı.

Bu bakış, onu 21 sene sonra gerçekleşecek bir fethin, nurlu aydınlığına taşıyordu. Evet, fetih dünyaya aydınlık ışıklarını saçacak, câhiliyenin taassubunu taşıyan her zihniyet, bu ışıkla aydınlanacaktı.

Murâd-ı İlâhi, yani fetih; dünyada beyaz atına binmiş bir kutlu sultanı ararken, onun büyüyen adımları, daha annesinin sulbünde hazırlandı. Bakışları ufukları seyreden sultanların gözlerindeki ışıltı, can aynasından yansıyan bir muhabbettir.

* * *

Ananın sırrı ve muhabbeti, onun can aynasından yansır. Daha bir nutfe hâlindeyken, anneden bir akış başlar. Rahmetin en sıcak kollarına teslim edilecek olan insan, bu beraberlikte, huzur içre huzuru yaşar. En sağlam karargâhta, şefkati hisseder ve kendisini savunmasız bir şekilde teslim eder. Yüce Yaratıcısı, anne karnında, onun gözlerine, burnuna, kaşlarına nakışlarını atar. Ananın umutları, duâları, temiz niyetleri; insanoğlunun kalbine işlenir. Ne Leylâlar, ne Mecnunlar çıksa da karşısına, ana muhabbeti, tüm insan sevgilerinin en mukaddes olanıdır. Allâh’ın bilinmesine uzanan muhabbetlerin, en latîf olanıdır. İlk heyecan, ilk ulvî ateş, ananın kanından, canından beslenerek gelir can parçasının gönlüne…

Güçlü kollar arasında büyüyen çocuk, sığındığı bu kolları, her daim hisseder. At nallarının şakırtılarından, eşsiz bir tarih yazan nice cengâverler, sırtına dokunan bu elden aldığı güçle yola çıkmıştır. Seherlerde seccâdeleri ıslatan, nice ana duâları vardır. O duâlar, yakarış hâlinde yükselirken, fethe doğru adımlar da bir bir sıralanır. İşte, böyle bir muhabbet akışının doğuracağı öyle bir sultan gelecektir ki, dünyaya, onun ufukları dünyayı sallayacaktır. Bu muhabbetin, şefkatli kollarında aktığı anne, Osmanlı’nın hanım sultanlarından, Hatice Âlime Sultan’dır. Hatice Âlime Sultan, “Hümâ Hatun” ismiyle anılır.

“Hümâ ”yani cennet kuşu, devlet kuşu… Konduğu yere, zenginlik ve mutluluk getirdiğine inanılan efsânevî Hümâ kuşu misâli, Osmanlı’ya saâdet getiren kutlu bir annedir. II. Murat Han’la evlenerek büyük bir devlete vesîle oldu. Hânedânın en şerefli fethini gerçekleştirecek olan büyük fâtih, onun kollarında yetişecekti. M.Ö.’den itibaren 29 defa kuşatılan, fakat kapıları bir türlü açılamayan İstanbul’un fethi, Hümâ Hatun’un evladı Sultan Mehmet’e nasip olacaktı.

* * *

30 Mart 1432, Edirne Sarayı… Yeni doğan şehzâdenin beşiğinin başında, Osmanlı’nın ulu çınarlarından II. Murat Han ve mânevî izini sürüdüğü bir velî, yan yana durmaktadırlar. 2. Murat Han, hep içini kemirip duran arzusunu yineler:

“-Duâ edin… Fetih, ellerimizle müyesser ola… Konstantiniyye’de Osmanlı sancağının dalgalanışını göreyim.”

Velî, aydınlık çehresiyle, beşikteki şehzâdeye dönerek şunları söyler:

“-İstanbul’un alınışını sen göremeyeceksin, Sultanım… Ben de göremeyeceğim, ama bu beşikteki şehzâde görecek, bir de bizim bu Köse…”

Konuşturan Allah, konuşan Hacı Bayram-ı Velî Hazretleriydi. “Bizim Köse” dediği ise, İstanbul’un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddin Hazretleri…

* * *

Bu mânevî müjdeyi alan Hümâ Hatun,vereceği eğitimin, evladının ilerideki adımlarını şekillendireceğinin farkındaydı. Bu müjdeyle birlikte çok daha büyük ihtimam göstermeye başladı. Sütün içine düşen en ufak bir siyah kıl ne denli göze batarsa, o da evladına tertemiz bir seciye kazandırmaya gayret ediyordu. Geleceğin Fâtihlerini yetiştirmek isteyen annelere, Hümâ Hatun, asırlar öncesinden nasıl bir mesaj veriyor bakın:

Hümâ Hatun’a:

“-Fâtih Sultan Mehmet’i nasıl yetiştirdiniz?” diye sorulduğunda cevabı kısa olur:

“-Mehmet’i emzirmeye başlarken Yâsin Sûresi’ni okurdum… O, hep Yâsin Sûresi’ni dinleyerek büyümüştür.”

O, Kur’ân içine biriktirdiği sevgilerini, şimdi feyiz şebnemleri hâlinde evladına akıtıyordu.

Anneler… Yüreği kara sevdalı, cesâretin soyağacı, umutlarımıza rüzgârıyla yelken veren en kıymetli değerlerimiz… Evlatlarının ilk gönül avcıları, anneleridir. Dîn-i mübînin sevgisini, ninnilerine ve oyunlarına katarlar ve böylece bir insan inşâ ederler.

Hümâ Hatun, Mehmed’ine daha beşikteyken fetih ufkunu aşılıyordu. Kulaklarına bu müjdeye dair güzel sözler fısıldıyordu. Ve beşiğinin başında hep şunları söylüyordu.

“-Ben, seni kelime-i tevhidlerle sallıyorum, sen de Bizans surlarını sallayacaksın!”

* * *

Peki, Hümâ Hatun’un gönlünü kor gibi yakan bu fethi arzulamaktaki muradı neydi? Osmanlı topraklarının genişleyip daha çok iktidar sahibi olması ve bundan kendi payına düşeni almak mı? Onun nasıl bir kalbî kıvamla bu fethi istediğini, koca Fâtih Mehmet Han’ın kendi dilinden aktaracağımız şu sözlerden çok net bir şekilde anlamak mümkündür:

“-Biz, İstanbul’u ona hükmetmek için değil, onun damarlarına taze kan pompalamak için fethedeceğiz. Yılan nasıl gömlek değiştirince rahatlar ve kendini zindeleşmiş hisseder, biz de Konstantiniyye’ye yeni bir gömlek hediye edecek, orada bir insanlık bahçesi vücuda getireceğiz. Beşeriyetin yanlış adreslerde aradığı çözümün, bu şehirde bulunacağını göstereceğiz.

Değil mi ki Peygamber Efendimiz; “İstanbul, muhakkak fetholunacaktır…” diye ötelerden haber vermiş ve onu fethedenleri mübârek dilleriyle övmüştür; bir peygamber sözünün bizim sözlerimiz gibi yalnızca dünyevî, yani sathî bir anlamı kat’iyen olamaz. O, bir şeyin olacağını haber veriyor hedef gösteriyorsa, muhakkak ki, onun bilinen ve görünenden çok ötede bir mânâsı olmalıdır. O mânâ nedir, bunu çözmemiz şart.”

* * *

İnsanlığı kurtarmak için yola çıkıyordu Mehmet Han… Kılıcını da bunun için kuşanıyordu. Fethin başka hangi sebebi olabilirdi ki? O, bu ateşli konuşmasını yaparken orada bulunan Akşemseddin Hazretleri heyecanla, şu sözlerle bu muhteşem tabloyu tamamladı:

“-Mekke, fethin gülüydü. İstanbul ise gülün fethi olacaktır. Kalplerin fethi, kalelerin fethinden çok daha üstündür.”

İşte Sultan Mehmet’in can aynasına yansıyan muhabbetin tezahürleriydi bunlar… Bu bahiste yalnızca anneleri olan Hümâ Hatun’un adını anmak, babaları II. Murat Han için elbette haksızlık olur. Çünkü o da, anneleri kadar şehzâdenin eğitimine titizlik gösteriyordu. Evlatları için maddenin buudlarından geçecek bir eğitim almasını istiyorlardı. Zihin ve kalp ahenginde büyümesini hedefliyorlardı. Oğulları, Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin keşfinde gördüğü “fâtih” olacaktı. Daha özenle yetiştirilmesi gerekiyordu.

Onun ruhunu parlatan ikinci sâik de, şehzâdenin kıymetli hocaları olmuştur. Şehzâde Mehmet, 11 yaşında Molla Gürânî’nin eğitimine verildi. Bu yaşlarında kendisinde çok farklı hâller görülüyordu. Hocasından aldığı ödevlerin hâricinde, kâğıt üzerinde gecelere kadar çalışıyordu. O yaşta bir çocuğun kâğıtlara olan ilgisi, ancak kayık yapıp, suda yüzdürmekten ibarettir. Oysa küçük şehzâde, daha şimdiden karadan yürüteceği gemilerin plânlarını yapıyordu. Bütün bunları, annesi ve babası tarafından verilen ufku görmek için zikrediyoruz.

Dünyada söz sahibi olan bir devletin başına, 18 yaşında geçirilen bir insanı konuşuyoruz. Bugünün şartlarında değerlendirdiğimizde, bu ne kadar da imkânsız görünüyor! Demek, onun sahip olduğu istîdâtlar, annesi ve babası tarafından ne denli bir ihtimamla işlenmiş ki, karşımıza bu yaşta dahî, muhteşem bir lider karakter ortaya çıkıyor.

İşte istidatlara yön veren bir örnek daha… Şehzâde Mehmet yerinde duramayan, kabına sığmayan zeki atak bir çocuktu. Bir gün hocası Molla Gürânî, yaramazlığından dolayı dayak atacağını söylediğinde, koşa koşa annesine giderek şikâyet etti. Fakat hiç ummadığı bir cevapla karşılaştı şehzâde:

“-Evlâdım, hocaların vurduğu yerde gül biter.”

Annesi, ona her zaman sultanlığın çok üstünde yer alan, mânâ padişahlarının üstünlüğünü telkin etti. Zahmetsiz rahmet olamayacağının bilinciyle, zorluklar içinde kalmasından hiç rahatsızlık duymadı.

Babası II. Murat Han da aynı tavrı gösteriyordu; II. Murat Han, “padişah oğlu” olduğu için şımarmasın diye, şehzâdenin gözü önünde hocalarına kendini azarlatmıştı.

Peygamber muhabbeti gönlüne taht kuran baba, kutlu müjdenin Konstantiniyye semâlarında yankılandığı günü görebilmek için oğlunu 12 yaşında tahta çıkarmıştı. Daha sonra padişah koltuğuna oturan Sultan Mehmet, Haçlılar’ın sınırları tehdit ettiğini öğrenince, âcilen bir mektupla babasını tahta çağırdı.

Anne ve babanın muhabbet birliği, küçük şehzâdeye güneş parlaklığıyla yansıyordu. Ebeveynin en mâhir sanatı, çocuğundaki istidatları doğru yönlendirmektir. Hümâ Hatun evlâdında gördüğü cesâret, zekâ, heyecan ve enerjiyi hep dîn-i mübinin yayılmasına yardım yolunda yönlendiriyordu. Cesâret ufkuna yelken veren, bu firâsetli annenin, duâları ve sözleriydi. O, evladına hep şöyle bir ideal noktası gösterdi: Şiddet göstermeksizin kuvvet sahibi olmak, zayıflığa düşmeksizin yumuşaklık ve şefkat sahibi olmak!..

Annesinin dilekleri kabul oldu. Tarih şâhittir ki, Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden sonra gayr-i müslimlere bu ölçüyle muâmele etti.

Ruh yelkeninin ikinci kanadı ise, hocası Akşemseddin Hazretleri oldu. Şehzâdeyi, gecikmeden, onun eğitimine verdiler. Akşemseddin Hazretleri, keskin nazarlarını kıymetli talebesinden bir an esirgemedi. Sultan Mehmet, hocasının gülşeninde atılan mârifet ve ihlas tohumlarıyla, koca bir çınar olmaya doğru filizleniyordu. Çınar heybetinde, gül zerafeti… Bu sebeple, o meşhur konuşmasını yaptığı gün, Hocası, İstanbul’un fethi için “gülün fethi” diyecekti.

Üç kıta üzerinden dünyayı yönetiyordu, fakat tekbir aldığında âlemi arkasına atan bir kalbin sahibiydi Fatih Sultan Mehmet… Kalp pusulası değişmiyordu. Onun hayran olduğu, sırmalı kaftanlar içindeki makam sahipleri değildi. Hayran olduğu, derviş kıyafetleri içinde, önünde nurdan bir sütun hâlinde uzanan hocası Akşemsettin Hazretleri idi.

Evet… Evlâdına abdestsiz dokunmayan ananın, nezîh kokulu duyguları… Ve insanlığın kurtuluşunda yükselen bir cihan padişahı… Her şey bu ellerden geçiyor. Zâlimleri büyüten de, fazilet semalarında yükselen sultanları yetiştiren de bu eller… Her şey, onlara bakıyor.

Demek ki, önce kalplerde ihlâs kaleleri dikiliyor, o kalelerden de dünyalar fethediliyor, İstanbul’un fethinde olduğu gibi… “Ana gibi yâr, İstanbul gibi diyar olmaz sözü”, bu mânâya ne kadar da yakışıyor! Hümâ Hatun’umuzun şu sözleri, hep kulaklarımızda yankılansın:

“-Evladım ben seni kelime-i tevhidlerle sallıyorum, sen de Bizans surlarını sallayacaksın.”

Dünyayı sallayacak ihlâs kalelerini diken annelerden olmak istemez misiniz? Hümâ Hatunlardan birisi olmak niyazıyla…

Ayşegül Zobi

Etiketler
Daha Fazla Göster

taner

Taner Temel HAKINDA BEN KENDİ HALİMDE BİRİYİM YAZDIĞIM SÖZLER VE ŞİİRLER SİZLERİ HAYATA DAHA ÇOK BAĞLAYA BİLMEK VE HAYATI SEVDİRE BİLMEK İÇİN ÇABALIYORUM.. BUNU BAŞARA BİLİYORSAM NE MUTLU BANA Kİ İNSANLARI HAYATA BAĞLIYORUM.. SAYGILARIMLA

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı