Yine De Gülümseyerek
Ne sağanaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
Yıldırımlarla ağmış,
Ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
Kaburgamız,
Dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
Uçurumlar,
Yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
Yaşından
İncitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
Şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş,
Sesimizde sendeleyen bir keder,
Uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.
Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet
Çiçek için,
Neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
Yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın
Yürek için;
Şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
Yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
Kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin
Zehrini;
Ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın
İksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
Ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
Şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar
yırtmışız,
Şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak
Kadar delik
Üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
Bakışımız lekesiz.
Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
Ne milyonlar yanından baş eğmeden geçmişiz, huyumuz
Değişmemiş,
Hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
Şimdi kar altında avucumuz, avurdumuz ilaçsız,
Issızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
Kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
İnildesek açlıktan;
Ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.
Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
Ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden
vermişiz,
Bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
Şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
Nicesi el sıkışların sahtekar çıkmış.
– bizi eşkıyalar soymamış abi
Muhabbet yıkmış!
Nihat Behram