O akşam verandada otururken, dar sokakta bir figür belirdi. Siyah elbiseli bir kadın, başı hafif öne eğilmiş, ağır adımlarla Esra’nın evine doğru yürüyordu. Esra, kadının yüzünü göremiyordu ama bir şekilde tanıdık bir his içini kapladı. Kadın, kapının önünde durdu ve kapıyı çalmadan sessizce içeri girdi. “Kim o?” diye seslendi Esra, ama cevap gelmedi. Hızla salona gittiğinde, kadının içeride olmadığını fark etti. Bir an için rüya gördüğünü düşündü. Ancak yerde, kadının bıraktığı küçük bir not vardı: “Esra, sırlarımızla yüzleşmenin vakti geldi. Çatı katında seni bekliyorum.” Esra’nın içini bir ürperti kapladı. Çatı katı, çocukluğundan beri kilitliydi. Annesi, orayı asla açmaması gerektiğini sık sık tembihlemişti. Ancak şimdi, bu gizemli kadın ve bıraktığı not, Esra’yı yıllardır saklanan bir sırrın eşiğine getirmişti. Elindeki anahtarla çatı katına doğru ilerlerken kalbi hızla çarpıyordu. Kapıyı açtığında, karşısında karanlık ve tozlu bir oda belirdi. Odadaki tek ışık kaynağı, tavan arasındaki küçük bir pencereden süzülen ay ışığıydı. Eski bir sandık, odanın ortasında duruyordu. Esra, sandığın kapağını açtığında bir dizi fotoğraf, birkaç mektup ve eski bir müzik kutusu buldu. Mektuplardan biri, annesi tarafından yazılmıştı: “Esra, eğer bu mektupları bulduysan, bil ki geçmişte sakladığım her şey, seni korumak içindi. Ama artık gerçeklerle yüzleşme zamanı geldi. Senin, sadece benim kızım olmadığını bilmelisin.” Esra, bu cümleyi okurken elleri titredi. “Sadece benim kızım değilsin…” Ne anlama geliyordu bu? Diğer mektupları da açtı. Annesi, bir kadından ve onun Esra’yı doğurmasından bahsediyordu. Esra, biyolojik annesinin başka bir kadın olduğunu öğrenmişti. Ama bu kadın kimdi? Ve onu neden terk etmişti? Tam bu sırada, arkasında bir çıtırtı duydu. Hızla döndüğünde, çatı katının karanlığında, siyah elbiseli kadının siluetini gördü. “Esra, artık zamanı geldi. Sana her şeyi anlatacağım,” dedi kadın, sakin ama ürkütücü bir sesle. Kadın, Esra’nın biyolojik annesi olduğunu söyledi. Ancak hikayesi basit bir terk ediliş hikayesi değildi. Kadın, Esra’yı korumak için onu bırakmak zorunda kaldığını, çünkü ailesinin sakladığı karanlık sırların Esra’nın hayatını tehlikeye attığını anlattı. Bu sırlar, Esra’nın babasıyla ilgiliydi. Babası, sanıldığı gibi masum bir adam değildi. Geçmişinde işlediği bir suç, tüm aileyi paramparça etmişti. Esra’nın kafası karışmıştı. Kadın doğruyu mu söylüyordu? Yoksa bu, yıllar önce onu terk eden bir annenin anlattığı başka bir hikaye miydi? Esra’nın elinde tek bir ipucu vardı: Mektuplardaki bir adres. Kadının iddialarını doğrulamak için oraya gitmek zorundaydı. Ertesi sabah, verilen adrese gittiğinde karşısında bir mezarlık buldu. Kadının gösterdiği mezar taşında, Esra’nın babası olarak bildiği kişinin adı yazılıydı. Ancak mezar taşının yanında bir başka taş daha vardı: Üzerinde, Esra’nın biyolojik annesi olduğu iddia edilen kadının adı kazılıydı. Peki, dün gece onunla konuşan kadın kimdi? Eğer bu mezar taşı doğruysa, kadın yıllar önce ölmüştü. Esra’nın yaşadığı şey, gerçek mi yoksa geçmişin bir hayaleti miydi? Esra, bu gizemli hikayeyi çözmek için kendi geçmişine ve aile sırlarına doğru daha derin bir yolculuğa çıkmak zorundaydı. Ancak her bulduğu cevap, onu daha büyük bir bilinmezliğe sürüklüyordu.